Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması diye basitçe tabir edilen “Laiklik” uygulamasının İslâm’da yeri yoktur. İslâm’da din ve dünya ayrılığı yoktur. Din ve dünya işleri tam bir bütünlük içindedir. Laiklik denilen uygulamanın sebep olduğu toplumdaki tahribat saymakla bitmez. Laiklik belasıyla sınanan bu necip millet, özel çaba sarf edildiği halde dinsiz yapılamamıştır. Hayatın her alanında tatbiki, saadetimize vesile olan Peygamberimizin Rabbinden aldığı emir ve yasaklara; milletimiz günde beş defa namaz ile tecdid-i biat ederek çeşitli bedeller ödemiş, hatta bu uğurda can vermiştir.
"Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" (Bakara 85)
Devlet (!) dinden soyutlanıp kendisine beşerî kanunları düstur (!) edinirken; ümmeti, ırkçılığın farklı bir versiyonu olan “cemaatçilik” denilen oluşumların kucağına atmıştır. Günümüzde “Paralel Yapı” diye anılan “Cemaatin” müsebbibi de aslında laiklik denilen hastalıktır.
Kur'an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri ders olarak vermeyen, sadece işine gelen ayet ve hadisleri göstererek ideolojisini parlatmak için kullanan; daima şeyhini veya hocasını öne sürüp, bununla birlikte İslamiyetsiz bir Müslümanlığı temsil eden sözde cemaatlerden bahsediyorum.
İslam memleketi olan bu topraklarda dinsizliği emreden kanunlarla din ile devleti birbirinden ayırıp, Kur'an ve Hadis’i okumamayı kendisine meslek ve meşrep edinen “cemaatler” maalesef Müslümanları aldatmıştır.
Sözde cemaatlerin hangileri olduğunu anlamak isteyen de, bunlardan herhangi birine gidip sözlerimin sağlamasını yapabilir. Yakınınızda bulunan herhangi bir cemaate, kursa veya mescide gidip, ehlisünnet nezdinde muteber bir tefsirden bir ayetin veya İmam Buhari'den bir hadisin manasını okusun. Eğer tepki görüyor ve karşı çıkılıyorsa “yanlış” yerdedir. “Hizmet” diye millete yutturulanın “ve lâ yegurrennekum billâhil garûr” (Fatır-5) ayetinin bildirdiği gibi; “Şeytanın Allah ile aldatması”ndan başka bir şey olmadığını görmek gerekir.
Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri hicri 1339 miladi ise 1920 yılında Meclis-i Mebusana yazdığı bir hutbede “şakkul asa”, “inşikak-ı asa” veya güncel tabirle paralel yapı tehlikesini haber vermiştir.
Davet edildiği Mebusan Meclisine asıl vazifesini hatırlatmak için "Ey mücahid-i İslam!" diye başlayan hutbesinde 10 madde ile çeşitli tavsiyelerde bulunmuş, aksi hareketin paralel yapıları ortaya çıkarabileceğini vurgulamıştır. Hazret, Mesnevi-i Nuriye isimli eserinin Hubab adlı kısmında şunları anlatıyor: Meclis şahsı manevisi cihetinde iktidar kuvvetini elinde bulundurmakla “saltanat” manasını uhdesine aldığı gibi, İslam toplumunu ilgilendiren hükümleri yani “şeairi” de bizzat kendisi tatbik ederek, “hilafet” manasını da uhdesine almalıdır. Çünkü Müslümanlar dine; ekmek, su ve havadan daha ziyade muhtaç oldukları için, onsuz yaşayamazlar. Devlet bu ihtiyacı karşılamadığı takdirde başka yerlerde arayacaklar. O vakit hilafet manasını gördükleri kişilere, cemaatlere veya örgütlere bağlanacaklar ve haliyle onlara kuvvet de verecekler. Bu hâl ise “İnşikak-ı asa” olacaktır. Yani devletin kuvveti bölünecek, iki farklı kuvvet olacak; güncel tabirle “paralel bir devlet” oluşacaktır. Hulasa: Kuran'a göre Sultan ve Halife aynı kişi olmalıdır ayrı kişi olamaz.
Bugünkü yazımızı Hakk Teâla’nın emirleriyle bitirelim:
"Sonra (Ey Rasulüm) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma." (Casiye Suresi 18)
"Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar." (Nisa Suresi 60)
Selam ve dua ile
Fiemanillah