Adamın vazifesi, gemide “dümencilik” yapmaktır. Vazifesini yapmadığı için, gemi karaya oturur. Kaptan dümenciye “Ne yaptın?” diye hiddetle sorar. Dümenci, “Ben bir şey yapmadım…” der. Bu cevap karşısında çok sinirlenen kaptan “Hiç bir şey yapmadığın için, gemi karaya oturdu ya…” diye bağırır ve ekler: “Eğer sen görevini yapsaydın, bu gemi karaya çarpmayacak ve de bütün emeğimiz zayi olmayacaktı!”
Doğunun güvenli limanı olarak bilinen Malatya’da, son günlerde acayip olaylara şahitlik ediyoruz. Adeta, atan-atana, sıkan-sıkana ve kesen-kesene. İyi de bu şehrin “kolluk kuvvetleri” yok mu? Asayiş sadece suçluyu yakalayıp, adalete teslim etmekle olmaz. Asayişi sağlayacak önleyici tedbirler de alınmalı. Nerede ne gibi bir boşluk var ki; son günlerde yaşanan olumsuzluklarla, Malatya anılır oldu?
Bu işte bir dümen var, ama dümenci nerede?..
***
ÇOK BİLİNMEYENLİ DENKLEMDE, KOPYA İSTİYORUM!..
Aklın gayesi, eşyanın bir biriyle münasebetini tesis etmektir. Allah bu özelliği, sadece “insanlara” vermiştir. O sebeple, insan aklıyla evvela düşünür, hayaliyle de tasvir eder. Bundan dolayıdır ki; bir projenin, bir fiilin veya bir eylemin nihayeti; zihinde ve akılda evvel olandır. Bilim insanları buna “Logical reasoning” derler. Diğer bir mana ile “muhakeme” ve “mantıki” akıl yürütme de denilir.
Zor problemleri çözmek insana iyi gelir. Problemin zor olması, kişinin kapasite ve zeka seviyesini ölçmesi için münbit ve müsait bir zemindir. Bu hususta Duke Ellington’un “Bir problem, yapabileceğinizin en iyisini yapabilmeniz için size verilen bir fırsattır” şeklinde güzel bir sözü var…
Fakat öyle bir problem var ki; çözemiyorum. Bir türlü aklım havsalam almıyor.
Malatya Turgut Özal Üniversitesi’nden bahsediyorum. Gelinen noktaya baktığımızda, o kadar “karmaşık” sorunlar var ki; çözümü pek mümkün değil!
Peki, bilim insanı Profesör Dr. Aysun Bay Karabulut, kendisini ve kendisini refere eden kişileri zor duruma sokacak bunca işi; hangi, akıl, mantık ve izanla yaptı?
Sahi bu sorunun cevabını bilen var mı?
***
YAP-BOZ ÜNİVERSİTESİ!..
Daha önce “Ağa ile Kahya” hikayesini yazmıştım. Malatya Turgut Özal Üniversitesi’ne, Ömer Akkuş'un Genel Sekreter olarak atanması ve sonrasında tekrar mühendis olarak atanmasını “Ağa ile Kahya” hikayesine benzetmiştim. Onlarca-yüzlerce olumlu tepki aldım. Herkes hikayenin, olaya "cuk" diye oturduğunu söyledi.
Şimdi de üniversitenin "yaşlı tırnak bakımcısı" olarak öğretim görevlisi yaptığı, sonrasında da rektör danışmanı olarak görevlendirdiği Ezgi Budak, memuriyetten istifa etmiş. Hasbelkader açık öğretimden bir bölüm bitirip, uydurma bir sertifika ve olmayan kuaförde çalıştığına dair bir yazı ile Öğretim Görevlisi olarak atadığınız bir kişinin zaten atılacağı belliydi. Bunu bile bile bu atamayı yapıyorsanız, yukarıdaki hikaye aynen gerçek oluyor.
Fakat burada merak ettiğim husus; neden istifa ettirildi de soruşturma sonucu beklenmedi. Bunda da bir “bit yeniği” vardır muhakkak. Akıllarınca böyle yaparak soruşturmayı savuşturup, sonrasında yeniden memuriyete döndürecekler gibi bir düşüncede oldukları kanaati var bende. Bütün bunları düşündükçe de, bu kişinin neden bu kadar kıymetli olduğunu merak ediyorum. Hangi özelliği veya hangi üstün başarısı bunu bu kadar önemli kılıyor, onun cevabını bulmaya çalışıyorum.
Bu arada geçen yazımda da belirtmiştim; bu üniversitede yapılan her yanlışın altında birilerinin imzası var. Evet "balık baştan kokar!" Lakin bütün bu yanlışlar yapılırken, şerefini bir tarafa bırakıp, sırf unvan/makam almak için, her işin altına imza atanların da, mutlaka cezasını çekmesi gerekiyor. Aksi halde bundan sonra kimse bu tür yanlışlara tepki koymaz ve bu artarak devam eder.
***
EKMEK BULAMAZSANIZ, FESTİVALLE KARNINIZI DOYURUN
Son zamanlarda bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de büyük bir ekonomik sıkıntı var. Bu sıkıntı sebebiyle hemen her gün bir şeylere “zam” geliyor. Bir kısım yiyecek ekmek bulamazken, diğer bir kısım da Fransızların meşhur kraliçesi Marie Antoinette’i hatırlatıyor bana. Paris halkının ekmek bulamayacak kadar “sefil” durumda oldukları haberini aldığında, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” gibi bir saçmalığı, tarihe kazandıran kraliçe...
Eh bunu hatırlayıp tebessüm edelim de, günümüzde yaşanan acıyı da unutmayalım. Günümüzdeki acıların reçetesi niteliğinde bir kitaptan bahsetmesek olmaz. Bediüzzaman Said-i Nursi, Münazarat isimli eserinde, açlıktan karın ağrısı çeken kişiye verilen hazım ilacından bahsederek, döneminin idarecilerinin; halkın fakirliğinin rağmına yaptıkları bazı hatalardan bahseder. İşte o kitapta olduğu gibi, bugün de hem yönetimde, hem de muhalefette olan bazı zevatın kulağını çınlatmış olalım ve bir iki küçük kelam da kendimizden katalım:
- Dünya genelinde “ekonominin” yerlerde, “pahalılığın” ise zirvede olduğu bir dönemde,
*
- İnsanların, geleceği “çıkmaz sokak” gördüğü bir hengamede,
*
- Gelirin gidere “kafi” gelmediği bir devirde,
*
- Kuraklığın freni patlamış kamyon gibi “üzerimize geldiği” bir sırada,
Bolca festival yapılacağını duyuyoruz. Yaz sezonunu, festivale çevireceklerinin haberlerini alıyoruz.
Temennim idarecilerimizin vatandaşın “müzik” ve “eğlenceden” ziyade, “zaruri ihtiyaçlarını” görerek; o muvacehede hareket etmeleridir. Yukarıdaki verdiğim örnekte olduğu gibi, saçmalıklardan vazgeçilmesi temennisiyle...
***
AĞBABA’YA CEZA KESMİŞLER!..
Geçtiğimiz günlerde, Veli Ağbaba’nın, Cumhurbaşkanı’na “hakaret” sebebiyle tazminat ödemeye mahkum olduğu haberini gördük.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, 29 Ekim 2021’de, CHP Çorum İl Başkanlığı’nda yaptığı konuşmasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında hakarete varan sözler sarf etmişti. Ankara 4’üncü Hukuk Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonucunda, Veli Ağbaba, 15 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkum oldu. “Ülkenin Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek” demek, “Bu ülkeye hakaret etmek” demektir. En azından “Cumhurbaşkanı’na oy veren, yüzde 52’lik bir kitleye hakaret etmek” demektir. Siyaset yapmayı “hakaret etmek, hakir görmek, iftira atmak veya yalan tiyatroları tertip etmek” olarak gören siyasetçilerin, böyle 3-5 kuruşluk tazminatlarla kurtulmaları, kamuoyunu derinden yaralıyor.
Söz konusu CHP ve benzer zihniyete sahip kişiler-kurumlar olunca, mahkumiyetler de komik rakamlara dönüşüyor. Ya da en azından bana öyle geliyor!..
Sözün burasında adalet sistemimizin “adil” olmadığını düşünmeme sebep olan iki hadiseyi paylaşmak isterim:
Hatırlarsınız; önceki hafta, bir lise öğrencisinin, kutsal kitabımıza yaptığı edepsizliği gösteren video yayınlanmıştı. Milyarlarca insanın inandığı kitaba yapılan saygısızlıkla ilgili, doğru düzgün bir açıklama yapılmadığı gibi; o edepsizliği yapana ceza verilip verilmediği belli bile değildi.
Şimdi geçelim ikinci hadiseye. Bir kaç gün önce, internette bir video dolaşıma sokuldu. Videoda iki kişi yolda yürürken, üzerinde Atatürk resmi olan bir bayrağı koparıp yere atıyordu. İşte o iki kişi, anında bulundu. Biri “tutuklanırken” diğeri serbest bırakıldı. Bu iki hadiseyi yapanları “kesinlikle” “tasvip” etmiyorum. Amacım sadece iki “uç” örneği vererek, adalet sisteminin içinde bulunduğu vahamete dikkat çekmektir.
Toplumun büyük bir kesiminin inandığına hakaret etmenin cezası, ya az ya da hiç yokken, bir başka kesimin inandığına hakaret, cezaların büyüğüyle karşılık buluyorsa, adalet sisteminin “adil” olduğunu söyleyemiyorum.
Sonuç olarak; Veli Ağbaba’ya verilen cezanın yeterli olduğunu düşünüyorsanız, yukarıda yazdıklarımı tamamen unutabilirsiniz.
Selam ve dua ile
Fiemanillah