“İnsan sevdiğinin elemiyle müteellim olur” derler. Bir vesileyle gitmiştim hastaneye. Aczi ve çaresizliği iliklerime kadar hissettim o an. Bazı musibetlerin, insanın alâkadar olduğu kişi veya kişilere isabet etmesi; kendine isabet etmesinden daha ağır gelir bazen insana...
İşte o çaresizliğin ve tahammülsüzlüğün ızdırabıyla nefes almak için bir çare arıyordum. Yüce dinimizin tavsiyesi ve şeair-i İslamiyenin gereği olan ve dahi dilimize pelesenk olmuş “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” ayetini okuma ihtiyacı hissettim. Bu ayetle birlikte, âlemimde sanki bir güneş parladı… Karanlıklar içindeki meyusiyetim parçalanıp yok oldu. Derin gafletimi ise, tabiri yerindeyse; şamar oğlanı gibi tokatlayarak havaya savurdu.
Şöyle ki:
Bakara suresinin 156’ıncı Ayet-i Kerime’sinde, “Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Onlara bir musibet isabet edince, derler; ‘Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz) buyurulur. Demek ki; Musibetin asıl sebebi, o musibetin Allah’a bakan cihetidir. İşte insan, o musibetin sadece kendisine bakan cihetine nazar (!) eder. Gaflet ve dalaletin verdiği hezeyanla; o musibetin Allah’a bakan cihetini unutur. Nihayetinde ise, maksadının aksiyle öyle bir tokat yer ki; evham ve tereddütlerle bir musibet, bin musibet halini alır.
KUR’AN-I KERİM TERCÜME EDİYOR
Konunun biraz daha anlaşılması için, şöyle bir detay vereyim: İçine düştüğümüz bu âlemde, dillerini bilmediğimiz her bir mevcudun ve her bir hadisenin vermek istediği mesajı, Kur’an-ı Kerim bize tercüme etmektedir. Mesela insan doğar büyür ve vefat eder. Bütün âlemin küçük bir numunesi ve pek masraflı bir misafiri olduğu halde, insan dünya hayatına doymadan vefat edip gidiyor. Giderken bu aleme ne için geldiğini, bu alemin ne için var olduğunu ve ne için vefat ettiğini anlayamıyor. İşte bütün bu muammayı, tılsımı, bilmeceyi ve onlarca sorunun cevabını, Kur’an-ı Kerim tek bir ayetiyle veriyor: “Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”
Her bir musibet, hastalık veya ihtiyarlık kendisine mahsus dil ile “İnna lillahi” diyor.
Keza, alemdeki tebeddülat, tağayyürat ve tahavvülat lisan-ı hal ile “İnna lillahi” der. Yani “İnna lillahi” gün içinde, sene içinde, asır içinde ve devir içindeki olan tüm değişimlerin, halden hale geçişlerin ve zahiren fena ve zevale maruz kalmasının hakiki sebebidir.
Hakeza, günün vefatı, senenin vefatı, asrın vefatı ve dünyanın kıyamet vakti, yüksek bir sâdâ ile “İnna lillahi” der.
Mamafih; “Ve ileyhi raciun” ise, ölümün hakiki sebeplerinden diğeri olan Haşrin (ahiretin) vücudunu ihtar ederek, insandaki gafleti izale eder.
ALEMDEKİ BÜTÜN VARLIKLAR, BİRER MODELDİR
Eskiden şimdiki gibi plastik mankenler yokken, terziler boy boy insan tutarlarmış. Bu insanlara giydirdikleri elbiselerle; sanatlarını teşhir ederlermiş. Elbiseyi giyen adam, aldığı ücret mukabilinde, terzinin emrini dinler, onun talimatıyla oturur, kalkar ve anlamlandıramadığı bir şekilde, terzinin o elbise üzerindeki işleyişini seyredermiş. Dikilen elbisenin, mankeni olan adama bakan ciheti sadece aldığı ücrettir. O para için zahmet çeker, yorulur ve enerji sarf eder. Elbisenin terziye bakan ciheti ise, sanatındaki maharetini izhardır. O elbise vasıtasıyla, göz zevkini, tasvir sanatını ve ince nazarını ilandır.
Âlemdeki bütün varlıklar da birer modeldir. Halden hale, tavırdan tavıra geçmeleri ve bin bir musibeti göğüslemelerinin altında yatan gerçek sebep de; Allah’ın esmasına yaptıkları ayinedarlıktır.
Bugünkü yazımızı, müjdeli bir Hadis-i Şerifle bitirelim. Ümmü Seleme’den (ra) rivayet edildiğine göre; Peygamber Efendimiz (sav), “ Kim bir sıkıntıya düşer de “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” derse; Allah-u Teala, onu uğradığı sıkıntıdan dolayı ödüllendirir ve daha hayırlısını verir”
Selam ve dua ile…
Fiemanillah…