Murat ÇETİN

The Experienced Gazeteci Hedefkoçu İş İnsanı

İşgalin kilidi Hişam Kabbani | Murat Çetin Kişisel Web Sitesi

İşgalin kilidi Hişam Kabbani

Devletin “asli” ve önemli vazifelerinden biri de, Müslümanların “din” ihtiyacını gidermektir.

Devlet tarafından bu ihtiyacın “giderilmesine” ve de “zinde” tutulmasına, İslam hukukunda “Şeair-i İslamiye” denir. Devlet bu vazifeyi “deruhte” etmediği zaman, “merdiven altı” diyebileceğimiz bazı “müesseselerin” bu işi “üstlenmesi” kaçınılmazdır. Devletin “kontrolü” dışında gelişen bu oluşumlar, “paralel” yapıları “netice” vermektedir. 

Burada kastedilen şey, “cemaat” değildir. Elbette müminlerin “cemaati” olur. Mesela her “caminin” bir “cemaati” vardır.Hiçbir cami cemaati, kendisini umum ümmetten “ayrı” tutarak; “alt” veya “üst” “kimlik” edinmez. Belki her cami “cemaati” gibi, ezandaki daveti “esas” alır ve diğer Müslüman kardeşleriyle birlikte, aynı kıbleye “müteveccih”olarak; “kıyam”, “rüku” ve “secde” yapar. Zaten cemaat; “tefrikaya” düşmemiş “topluluk” anlamına gelmektedir. Cemaat; birlik ve beraberliklerini muhafaza eden, “müttefik”ve “mütesanid” insanlardır.

Mamafih, mü’minlerin tek bir cemaati vardır. O da Muhammed-i Arabi (asm) tarafından, 1444 sene evvel kurulmuş “muazzam” cemaattir. Evet biz Kálû Belâ’dan bu Cem’ıyyet-i Muhammedî’ye dâhiliz. Toplanma merkezlerimiz câmiler, mescidler, Ka’be-i Muazzama ve Cebel-i Arafat’tır. Câmi ve mescidlerimizde bütün mü’min kardeşlerimizle sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında günde beş def’a; Cuma namazlarındahaftada bir; ve Bayram namazlarında yılda ikişer defaomuz omuza ibâdet ederiz. Senede bir defa da mü’min kardeşler olarak Ka’be-i Muazzama’da umumikongremizi yapar, Cebel-i Arafat’ta vakfeye dururuz.

Burada “kastettiğimiz” ve “tehlikeli” diye “tasnif” ettiğimiz husus, “Cemaatçilik” adı altında oluşan “yapılanmalardır”. Günümüzde “cemaatçilik”, “örgütçülük” haline gelmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi, bunun en “bariz” delilidir. Burada sıkıntılı olan husus, bir adama “bağlanmak”, onu da mutlak bir surette “taklit” etmektir. Bunun sebebi de o adamın şahsına “kutsiyet” vermekten geçmektedir. “Kutuptur, Gavstır, böyle bir makamdadır…” diyerek onun “yanında” olmaktır.Böyle olduğunu “var” sayarak, o şahsın etrafında toplanan ümmet, gittikçe bölünmektedir. O kişi de, bu vesileyle güç elde ettiğinden dolayı; paralel bir “yapıyı” netice vermektedir. Çünkü, ümmet, o şahsa davet ediliyor ve o şahsın etrafında kümeleniyor… Bu işin “son” evresi budur. Bunu kesmek, devletimizin “bekası” için “lazım” ve “elzemdir”. 

Konuyu, sadece Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üzerinden değerlendirilmek, “eksik” olur. Çünkü FETÖ bir “sebep” değil “sonuçtur”. Bunu doğuran sebepleri ortadan “kaldırmak” lazımdır. Sivrisineği öldürmekle bu işin “mücadelesi” olmaz ve de eksik kalır. Mücadele, ancak  “bataklığı” kurutmakla mümkündür. Bu “handikap”, Türkiye’de “cemaatçiliğin” yapısından gelen bir yanlışın neticesidir. 

Peki, bununla mücadele etmenin yolu nedir? 

Elimizde bir “mucize” vardır. O mucize ise “Kur’an”dır. Kur’an ve onun ilk tefsiri olan Hadis ana dava yapılmayınca, yani doğrudan doğruya Kur’an ve Hadisders verilmeyince; bu sefer onun yerine, ona vekalet eden müesseseler çıkmaya başlıyor. Böylece Kur’an ve Hadisdolaylı oluyor. O müesseseler, kendi “mesleklerini” gösteriyorlar. Kur’an’ı ise kendileri için “kullanıyorlar”. Bu da paralel ve neo paralel yapıları netice veriyor. İşte bu girdaptan kurtulmanın tek yolu, doğrudan doğruya; Kur’an’ın “ders” verilmesinden geçiyor. 

Eğer Kur’an ve Hadis dersi verilirse, diğer dersler bu hakikatkarşısında; kar tanesi gibi erir. Kur’an’a bakınca, “Demek bu ders, Kur’an’ın dersidir…” diyerek; “üstadının”, “hocasının”, “şeyhinin” anlattığı dersin, Kur’an’dan alındığını “anlayacak”  ve nazarını doğrudan doğruya mehazdaki “kutsiyete” çevirecektir. Böyle olunca “ayna” gibi Kur’an “görünecek” ve o kişi ümmetten “ayrışmayacak”. Kur’an ana dava olunca, “Sen bu mesleği nereden alıyorsun?” diyecek ve onu “görmeye” çalışacak. Demek Kur’an’ı göstermek “esas” olunca, “taklidin” önü kapanır. O zaman bütün “fitne”, kendi kendine hallolur. 

Devletin bu günkü “konjonktürde”  cemaatleri ve medreseleri “denetlemesi”, “mümkün” olmayabilir. Lakin bir malın müşterisi olmazsa satılmaz. Bu nedenle devletin kendi kurumları olan “ilahiyat fakültelerinde”, “imam hatip liselerinde” ve “Kur’an kurslarında” doğrudan doğruya Kur’an ve Hadis dersi vermesi mümkündür. Böylelikle, halk bilinçlendirilerek; bu şekilde “arz” ve “talep” oluşturulur.Akabinde ise, devlet tarafından oluşturulan “kamuoyuyla”, bütün cemaatlere doğrudan doğruya Kur’an ve Hadisi ders vermeleri için, “telkin” ve “teşvik” yapılabilir.

Dikkat edildiğinde, yakın zamanda, Irak (Saddam Hüseyin’in “devrilmesi” olayında), Mısır, Pakistan ve Libya’da, son olarak da ülkemizde FETÖ yapılanması kullanılarak, yapılan “darbe” girişiminde bulunulmuştur. Merkezinde “şahıs” olan, Kur’an ve Hadisten “uzak” “sufizm” hareketi, bütün devletler için “tehlike” arzetmektedir. Zaten dünya çapında ekser cemaat rüesasının “başı” konumunda bulunan ve şu anda Amerika’da yaşayan ve her ay mutat olarak Beyazsaray’da Amerikalı yetkililerle toplantı  yapan,Muhammed Hişam Kabbani “Eğer Amerika işgal ettiği topraklarda, başarıya ulaşmak istiyorsa, sufilerle çalışmalıdır…” şeklindeki sözü, bu husustaki “tezimi” ispat eder  niteliktedir.

Selam ve dua ile
Fiemanillah