Aslında bu haftaki yazımda, “Risale-i Nur nasıl izah edilmeli?” konusunu, irdelemeye niyetim vardı. Mevzunun ehemmiyetine binaen, bu hafta yazıyı “akışına” bırakarak yazmak geldi içimden. İnşallah önümüzdeki günlerde, zihnen biraz daha toparlanırsam, detaylı bir şekilde eserle alakadar çok kişinin, aklındaki bu soruyu cevaplama gayretinde bulunacağım. Eğer inayet-i Rabbani, muinimiz olursa...
Geçen haftaki yazımda, yazdığım konuyu tek başına izah edecek bir cümleyi, nasıl olmuşsa gözden kaçırmışım. Risale-i Nur derslerini izahla ilgili Bediüzzaman’ın, her hususta birinci talebesi Hacı Hulusi Yahyagil (Hacı Bey) hakkında, “Velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur'an Said'in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.” sözü hayli mânidar. Bu konu hakkında, daha fazla tafsilata gerek var mı?
Risale-i Nur bir cemaatin, bir camianın, güncel tabirle; herhangi bir “örgütün” malı değildir. Esasında, Risale-i Nur diye bir şey de yoktur. Çünkü Risale-i Nur Kur’an’ın malıdır. Bediüzzaman ise Kur’an’dan aldığı ve müstefid olduğu hakikatlere, bir unvan-ı mülahaza olan ve Kur’an’ın nurları anlamına gelen “Risale-i Nur” ismini vermiştir. Yani ders, Bediüzzaman’ın Kur’andan aldığı derstir. Kendi kârihasından çıkmamıştır ki; bazı nadanların zannettiği gibi, Said Nursi’nin kendi malı olsun!
Bu hakikatten mahrum, ümmetin Cadde-i Kübrasından ayrılan bir kısım zatlar, mezkur beyanların rağmına, bilerek veya bilmeyerek; “Risale-i Nur izah edilmez!” safsatasıyla, bu eserle meşgul olan muhatapları, öyle illüzyonlarla aldattılar ki; bu vartaya düşenler, aslında bu mesnetsiz iddianın da, fasit bir tevil olduğunun farkına bile varamadılar. Hatta bazıları koca bir ömrü, bu “taassuba” feda ettiler.
Bu münasebetle, aklıma gelen bir hatıramı, sizlerle paylaşmak istiyorum: Yıl 1990, Malatya’da bulunan Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek lisesinde öğrenciyim. Geçtiğimiz iki sene önce rahmet-i Rahmana kavuşan, atölye öğretmenlerimden Bülent Özdalyan sayesinde, bu Kur’an tefsiriyle tanışma bahtiyarlığına varmıştım. Sonrasında eseri okuyanlarla, okunan eser arasında bazı tezatlara şahit oldum. İrtibatımın olduğu kişilere, “Kurtoğlu cemaati” diyorlardı. Bu gurup kendisini, Risale-i Nur’a en sadık (!), gurup olarak tanımlıyordu. İnanç olarak FETÖ’ye yakın, enaniyet olarak da kendilerini FETÖ’ye alternatif olarak görüyorlardı. FETÖ ile organik bir bağları olmasa da, örgüt ele başı Fethullah Gülen’in “üfürüğüyle” hareket ettikleri, zihnimde artık ayyuka çıkmıştı. Çünkü bunlar da tıpkı onlar gibi, okudukları eseri Kur’an ve Hadis’ten soyutlayarak, içeriği ucube ve safsatalardan müteşekkil bir “Nurculuğu” nazara veriyorlardı. Dertleri umum ümmeti “Nurcu” yapmaktı. Acaba Ümmet-i Muhammed (a.s.m) olma şerefi, bunlara ve bazılarına kâfi gelmiyor mu ki, böyle bir muhali irtikab ediyorlar?
İşte o yıllarda o cemaatin bir mensubu, kitap okuduğumuz salona girdi. Heyecanlı bir ses tonuyla “Ankara’dan emir geldi. Bundan sonra yapılan derslerde, izah yapılmayacak” dedi. O çocuk aklımla bu konuyu, bir türlü havsalama sıkıştıramamıştım. İnsanlar kendi batıllarına, bir bahane bulur. Lakin her batılda, bir dane-i hakikat bulunur. İşte haksız, o dane-i hakikatle; haksızlığını kamufle eder. Bunlarınkisi de böyle bir şeydi işte…
Belki bu yazımdan dolayı bazı okuyucularım bana gücenecekler. Lakin bir Müslüman olarak, hakkın hatırını âli tutmakla mükellefim. Bu konu hakkında muterizlere cevabım; isterseniz ufak bir “sağlama” yapın. Mesela Bediüzaman Said Nursi, Mektubat isimli eserinde “Başta Buharî ve Müslim ki, Kur'andan sonra en sahih kitab olduklarını, ehl-i tahkik kabul etmiş.”dediği halde.. Hem aynı eserde bu sözü “Buharî'de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir.” cümlesiyle şerh ettiği halde, “umumi ders” adı altında yapılan toplantılarda, Buhari ve Müslim’i okuma cesareti gösterebilir misiniz?
Hülasa: Bu konu bana “Ey ehli kitap, ne için kendi kitabınızın inkârcısı oluyorsunuz?” Ali İmran-98. âyetini hatırıma getirdi. Bu münasebetle okudukları esere, “manayı ismiyle” bakan bu kişilere, şu soruyu sormak istiyorum: Eğer okuduğunuz eser doğru ve istikametliyse, yazılana niye uymuyorsunuz. Keza, okuduğunuza muhalif hareketlerle eserin yanlış olduğunu iddia ediyorsanız; o zaman eseri niye okuyorsunuz?
Selam ve dua ile…
Fiemanillah…