Müsaadenizle; bugünkü yazıma, espri olsun diye anlatılan, ancak sebep-sonuç ilişkisine örnek olacak bir hadiseyi aktararak başlayayım: Adam kırmızı ışıktan geçtikten sonra trafik polisi tarafından durdurulur. Trafik polisinin “Kırmızı ışığı görmediniz mi?” şeklindeki sorusuna adam “Işığı gördüm, lakin sizi görmedim” diyerek cevap verir.
Tabiatta yer alan varlıklar, bir amaca göre tanzim edilmiştir. Oksijen, su, gıda ve ışığın varlığı, insanlar için hayati öneme haizdir. Bütün bunları yaratan ise; sonsuz ilim, hikmet, kudret, rahmet ve irade sahibi Allah’tır.
Son bir kaç senedir, iklim şartlarının değiştiğiyle ilgili değerlendirmeleri görüyor veya işitiyoruz. Atmosferdeki sera gazlarının sebep olduğu ileri sürülerek çeşitli yorumlar yapılıyor. Yorumlarda, küresel ısınmadan bahsedilip, Allah’ın iradesi yok sayılıyor. İnsanlığın yiyip- içmesi için gerekli büyük bir nimet olan kar ve yağmur için de, çokbilmişler tarafından (Haşa) Allah adına karar veriliyor.
SEBEP DENİLEN BİR “PERDE” VAR
Yukarıda bahsettiğim hadisedeki adam gibi, gafletle gözden kaçırdığımız çok ama çok önemli şeyler var. Mesela, sebebi görüp, sebebi yaratanı görmüyoruz. Tabiat denilen âlemdeki kanunlara anlam yüklerken, o kanuna bizleri tabi kılan Allah’ı bulmaktan imtina ediyoruz.
Çünkü gözümüzde “Sebep denilen bir perde” var. Evet bu kainatta sebepler vardır. Fakat hakiki tesirleri yoktur. İş gören kudret-i ilahiyedir. Allahu Teâlâ Hakim olduğu için, her işi bir kanun dairesinde intizam içinde yapar. Sebep-sonuç ilişkisi, bu adetullah kanunlarının tezahürüdür. Yoksa tesirleri yoktur. Çünkü malum olduğu üzere kanun iş yapmaz. İş yapan kudrettir.
Sebeplerin niye perde olduğunu ve hakiki Tevhidin mümine nasıl bir bakış açısı kazandırdığını çok veciz bir şekilde izah eden Bediüzzaman der ki; “İzzet ve azamet ister ki, esbab (sebepler) perdedar-ı dest-ı kudret (Allah’ın kudret elinin önünde perde) ola aklın nazarında. Tevhid ve celal ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden (gerçek tesirden).” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Birinci Lem’a)
GÖZ GÖRE GÖRE ŞİRKE YELKEN AÇIYORLAR
Gördüğümüz her şeye tesir vermeye, “Esbab perestlik” denir. Gördüğümüz her şeydeki kanuna tesir vermeye de “Tabiat perestlik” denir. Maatteessüf, bu asırda beşer, sebeplere ve tabiat dediğimiz âlemdeki kanunlara anlam yüklerken göz göre göre “şirke” yelken açmaktadır.
Hazreti İbrahim’i (as) yakmayan Allah, yazın o şiddetli sıcaklığında; incecik bir kâğıt gibi nazenin yaprakları yakmıyor. Hani ateşin tabiatı yakmaktı?
Hazreti Musa’nın (as) asasına karşı taşı aciz bırakarak parçalayan Allah, ipek gibi yumuşak kök ve damarlara, sert olan taş ve toprağı deldirip geçiriyor. Hani yumuşak şey, sert şeyi delemezdi?
Demek ki; tabiat denilen kanunların tesiri yoktur. Tesir Tevhidindir!
Keza; sebzeye tohumu, çekirdeğe ağacı, kuş ve sürüngenlere yumurtayı, hayvan ve insana nutfeyi sebep olarak gösteren bilim, “hezeyancılığın” çıkış noktasıdır. Demek ki; sebebin tesiri yok, tesir müsebbibül esbab olan Allah’a aittir.
Mamafih; atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu ileri sürülerek meydana geldiği iddia edilen küresel ısınmayı bahane ederek; Allah’ın iradesini yok sayıp, kar ve yağmurdan ümidini kesenler; memleketin her tarafına bereket getirmesini temenni ettiğimiz şu son yağışları, nasıl yorumlayacaklar; doğrusu merak (!) konusu…
Hülasa: Peygamberimizin (sav) bir hadisi ile konuyu özetliyorum: “Şirk, ümmetimde, düz taşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir...”
Selam ve dua ile…
Fiemanillah…